top of page

Selçuk Orhan: "Karakter ve Hikâye Birbirinden Ayrılamaz”


Müderris ve Virtüöz romanında okuyucuyu 1847 senesine götürerek tarihi bir kurguyla baş başa bırakıyor. Orhan, romanı yazarken o günü yaşasa gördüklerini nasıl görürdü, neler düşünürdü, bunları hayal etmeye çalıştığını söyledi. Keyifli okumalar…


Müderris ve Virtüöz, Doğan Kitap 2021
Müderris ve Virtüöz, Doğan Kitap 2021

Sait Faik, “Yazmasam, çıldıracaktım” demişti. Uzun yıllardır çeşitli dergilerde yazan, çok sayıda eseri olan biri olarak yazmanın sizdeki yeriyle başlamak isterim. Yazmasaydınız siz ne olurdunuz?


Doğru ifade: “Yazmasam deli olacaktım.” olmalı. Haritada Bir Nokta öyküsünün son cümlesidir. Öykünün anlatıcısı – ki Sait Faik’in kendisidir bu kişi – bütün ihtiraslarından kurtulmayı hayal eder. Yazmak da bir ihtiras değil midir? Ama yapamaz, yazmayı bırakamaz, belki de ihtiras olmayan bir yazma biçimi keşfeder. Sait Faik, yaşadığını kayda geçirerek anlamlandırabilmiştir; edebiyat dışında kendini ortaya koyabildiği başka bir alan yoktur, başka bir işle uğraşmaya da gönül indirmemiştir. Ama yazmaya bu derece tutkuyla bağlı mıydı? Buna emin olamıyorum. Sait Faik bir çeşit flanördü; kent aylağıydı, belki yazmak da aylaklığına gerekçe oluşturuyordu. Yazmak bir ihtiras olarak gerçekleşseydi yaşadığı toplum tarafından kabul edilmeyi arayacaktı. Halbuki yazmak bir özgürlük arayışıdır. Özgürlük de toplumun sevmediği, beğenmediği ya da hiçe saydığı biri olma riskini almayı ister. Sait Faik’le yazı dünyamız belki bu noktada kesişiyordur, bunun dışında şimdi ne oldum, yazmasam ne olurdum, bunları bilmiyorum.


Bir yazınızda romanların yeniden okunmak için yazıldığını söylüyorsunuz. Dünya ve Türk edebiyatından eserler öneriyorsunuz. Size bunu düşündüren nedir, okuyucu bir romanı niye tekrar tekrar okumalı?


Bu Milan Kundera’nın görüşüdür. Önemli olan yeniden okumaktır. Kundera’ya göre iyi romanlar iyi müzik parçaları gibidir; tekrar tekrar okunabilir. Kendi okuma tecrübemde şunu öğrendim. Belli romanları tekrar okuduğumda daha derinden kavrıyorum, o romanın ötesinde bağlar da kurabiliyorum. Bir de tabi birkaç sayfa okuyup kenara attıklarım var.




Yazmayla ilgili sıraladığınız 11 kural var bunlardan biri, “Atmaya çalıştığın fazlalıklar romanı besleyen göbek bağı olabilir.” Sizce fazlalık nedir, atılması mı saklanılması mı gerektiğine nasıl karar verilmeli?


Bu yazma pratiğiyle ilgili her yazarın kendi başına alması gereken özel bir karar, hatta mahrem bir karar. Bir formülü yok, ama bazı yazarların, örneğin Oğuz Atay’ın ya da Tanpınar’ın terekesinden karalamalar çıktığında heyecanla okuyoruz değil mi? Tutunamayanlar yazıldığında romanı ilk okuyanların çoğu fazlalıklardan dem vurmuş. Bugün Tutunamayanlar’da “fazlalık” olarak gördüğümüz bir cümle var mı? Dostoyevski’de uzun, gerçekçi sayılamayacak diyaloglar vardır. Kemal Tahir’de de. Roman, dağınık ya da oransız fazlalıkları da sindirir, yeter ki o fazlalık kendi içinde bir anlam taşısın.


Son romanınız Müderris ve Virtüöz ’de okuyucuyu 19.yüzyıla götürüyorsunuz. Geçmişte yolculuk yaptırıyor bunu yaparken de gerçekçi bilgilerden yararlanıyorsunuz, eseri kurgularken nasıl bir yol izlediniz? Neden yaşamadığınız bir dönemi yazmak istediniz?


Bence neden bunu istediğimin bir önemi yok, tamamıyla şahsi bir merak da olabilir. Ortaya çıkan işe bakmak lazım. Müderris ve Virtüöz’ü yazarken tarih ve anı kitaplarından derlediğim malzemeden yararlandım. O günü yaşasam gördüklerimi nasıl görürdüm, neler düşünürdüm, bunu hayal etmeye çalıştım. Dili biraz tasarlamaya çalıştım. Medreseyi, tekkeleri, sokak hayatını, Batı müziğini anlamaya çalıştım; bu çabalar bana çeşitli alanlarda düşünce üretme özgürlüğü verdi. Bu özgürlüğü de romanı oluşturan hikayelere aşılamaya çalıştım.


Ester, romandaki tek kadın karakter. Romanı kurgularken karakterleri seçme kriterleriniz neler, tek kadın karakterin olması kurgunuzu nasıl etkiledi?


Roman karakteri kavramını kısıtlarsak, evet, Ester anlatı zamanı içinde diğer karakterle diyaloğa giren tek kadın olarak görünür. Ama romanda başka kadın karakterler var ve bunları da gözden kaçırmamak gerekli. Marie D’Agoult, Alphonse de Plessis gibi. Ayrıca romanın merkezinde – ipucu vermeyelim – mektuplarıyla kendini belli eden bir kadın var. Roman yazarken “karakter seçme” diye bir aşama yok benim için. Belki senaryo için böyle bir şey geçerlidir, bilemiyorum. Karakter ve hikaye birbirinden ayrılamaz.



21 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page