top of page

M. Berk Yaltırık: “Yazarken Etkileniyorsam Okuyan da Tesirinde Kalıyor”

“Yazarken Etkileniyorsam Okuyan Da Tesirinde Kalıyor”

2000’li yıllardan beri korku edebiyatına katkılar sunan Mehmet Berk Yaltırık’ın son kitabı Karanlığın Şahidesi, eylül ayında İthaki Yayınları’ndan çıktı. Daha kitap ön satıştayken okuyuculardan yoğun ilgi gören eser bizi 18. yüzyıla götürüyor. Yaltırık korku yazmanın formülünün, atmosferi ve korkuyu bir kâbus görmüşçesine hissedebilmek olduğunu o zaman okuyucuya tesir ettiğini söylüyor.




- Korku edebiyatı denilince akla gelen ilk isimlerden biri olarak korku edebiyatının, edebiyatın üvey evladı olarak görülmesi meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Batıda korku edebiyatı uzun dönem salt eğlencelik olarak, “pulp fiction”, “dime novel”, “penny dreadful” tarzında edebiyat dışı bir mefhum olarak kabul edilmiş. “Dracula” ve “Frankenstein” gibi kült eserlere karşın 20’nci yüzyıla kadar böyle bakılmış. Yazan ve okuyanlar için muhtemelen hoş vakit geçirme, kontrollü bir heyecan arayışı olsa da kültürel ve folklorik arka planı, dönemlerinin ötesine fikri tesirleri açısından etkileri çok sonradan takdir görmüş. 1950’lerden sonra korku endüstrisinin oluşması ve başlı başına popüler kültür fenomenleri ortaya çıkmaya başladıktan sonra asıl mecrasını bulmuş. Bizde bu süreç çok geç tahakkuk etmiş. 2000’lerdeki internet sıçramasına kadar istisnai ve ticari denemeler haricinde uzun yıllar çeviriler üzerinden oluşmuş bir korku kültürü söz konusu olmuş. Folklorik malzeme ve zenginlikler çok sonradan takdir görmüş. Bizim edebiyatımız için korku çok yeni bir tür, 20-22 yıllık mazisinden bahsedebiliriz bu açıdan. İnternette kendini kanıtlayıp basılı camiaya sirayet eden korkunun, ilerleyen yıllarda kitlesini daha da genişleteceğini, farklı kalemleri bünyesine katacağını ve asıl mecrasını bulacağını görüyorum, bu kanaatteyim.


- Türk edebiyatındaki korku yazımıyla dünya edebiyatını karşılaştıracak olursak ne gibi farklar var?

Bir yanda 200-300 yıl boyunca işlenmiş, dergilerden romanlara uzanan epey zengin ve küllerinden sık sık yeniden doğmuş bir edebiyat var, batıdaki korku yazının vaziyeti bu. Bizde ise zengin folklor mirasına karşın ne Divan edebiyatı döneminde, ne de Tanzimat’la birlikte başlatılan modern edebiyat döneminde, fantastik bir edim amaçlanmamış, kastedilmemiş. İstisnalar var ama “ben korku yazıyorum”, “ben fantastik bir anlatı tercih ediyorum” denilerek bir üretim yapılmamış, böyle bir kasıt olmamış. İstisnalar da ekseriyetle ticari olmuş. Hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde fantastik edebiyata, bilimkurguya ve korkuya bir kusur, edebiyat dışı bir maraz gözüyle bakılmış hem üreten hem okur nezdinde. Bizde belli istisnaların haricinde korku yazmak edimiyle üretilen internet neşriyatı ve basılı ürünlerle 22 yıldır ancak varlık gösterebilen, bugün basılı bir dergisi olmayan, kimi e-dergilerle dönem dönem parıldayan, okur kitlesi fazla kalabalık olmayan, düzenli yazanı ve amatör kalemleri de kalabalık olmayan erken bir tür söz konusu. Yine de türe yönelik ilgi ve yeni okurlarla yollarımızın kesişmesi, onların yorumları cesaret veriyor açıkçası.


“Doğaüstü Varlıklar, Anlatılar Sadece Batının Korku Endüstrisine Ait Görülmüş.”

- Sizin için sadece korku yazarı demek bence büyük haksızlık olur, bu alanda kültürlerarası ciddi araştırmalar yaptığınızı da biliyoruz. Yanılıyorsam lütfen düzeltin, vampirler, cadılar, periler sanki Batı edebiyatının motifleri gibiydi, Türk kültüründe bu varlıkların olduğunun üzerine konuşulması gündemimiz için yeni gibi. Sizce bunda son zamanlarda edebiyatımızdaki korkuya yönelişin etkisi var mı?

Korku kültürüne ilişkin doksanlarda, çocukken ilgi gösterdiğimde en çok rastladığım önyargıydı ki 2000’lerde benden önce internet siteleri açıp bu türde yazan ustalarımın da karşılaştığını hep duymuşumdur: “Bizde böyle şeyler olmaz”. Doğaüstü varlıklar, anlatılar sadece batının korku endüstrisine ait görülmüş. Bizim Anadolu’nun memoratları, halk hikâyeleri çok sonradan sonraya edebi açıdan takdir görmeye başladı. Bizim Seçkin Sarpkaya ile kaleme aldığımız “Türk Kültüründe Vampirler” öncesinde, Evliya Çelebi’deki vampir motifi, Karadeniz havzasında ve Balkanlardaki kültür etkileşimi, bizden önce Hatice Şirin, Zeynep Aycibin, Cemal Kafadar, yurt dışından da Markus Köhbach, Michael Ursinus gibi değerli araştırmacıların makalelerinde dikkat çektiği bir husus olmuş. Bu hususu hem edebi eserlerimle anlatırken hem de kaynakça araştırmaları da sürdürdüm, sonrasında bunları da okurlara sunmak, edebi malzememin arkasındaki kültürel planı gösterebilmek adına, Seçkin’in teklifiyle birlikte “Türk Kültüründe Vampirler”i yazdık. Bu konuda başka makaleler, eserler yazılmaya başladı, yazılıyor da. Artık kurgu eserleri okuyup takdir eden okurlar, bunun akademik boyutunu da merak ediyor. O yüzden korku edebiyatının akademik ayağında da güzel ve umut veren bir hareketlilik var.




- Korku metinleri nasıl yazılır? Diğer türlerde yazan kişilerden farklı olarak korku yazarken nasıl bir yol izliyorsunuz?

Yazarken atmosferi ve korkuyu bir kâbus görmüşçesine az çok hissedebiliyorsam, ezcümle ben yazarken etkileniyorsam okuyan da tesirinde kalıyor. O zaman kıvamının tuttuğunu anlıyorum. Korku yazmanın formülünü bir cümleyle böyle tanımlayabilirim sanırım. Korkuyu sağlamak için okur karakterle özdeşleşmenin ötesinde, karakterin hissettiği ölüm korkusunu ve bilinmezliğin şokunu kendi üzerinde hissetmeli. Bunun dışında Kayıp Rıhtım sitesi için “Korku Yazmanın 7 İpucu” diye alelade ama pratik açıdan faydalı bir blog yazısı çevirmiştim, tafsilatını merak eden buraya da bakabilir.


- Karanlığın Şahidesi, baş karakteri kadın olan bir roman kadın bir karakter gözünde yazma sürecinizi anlatır mısınız? Korku yazarken kadın karakter çerçevesinden bakmanın zorlayıcı yanları oldu mu?

Yazmadan önce çekindiğim ama yazmak için de epey heyecan duyduğum bir mesele bu. Kadın baş karakter yazsam nasıl olur, 18’inci yüzyılda yaşamış bir esirenin başına gelmesi muhtemel insani dehşetleri ve insan ötesi dehşetleri yansıtabilir miyim gibi birçok endişenin ve her şeye rağmen yazma sürecimin akabinde doğdu bu roman. Birkaç röportajda ve söyleşide vurguladım, burada da tekraren belirtmekte beis görmüyorum: Bir ara geceleri yazarken sanki gerçekten bir esirenin hayaletini dinliyor da yazıyormuş gibi hissettim. Okurlardan gelen yorumlara göre kotarıp kotaramadığımı göreceğim bakalım.


- Ben de önceden korkuya mesafeli bir okuyucuydum son zamanlarda bunu aşıp keyifle okumaya başladım. Benim gibi mesafeli olan okuyuculara şuradan başlasa sever diyeceğiniz öneriler istesem sizden…

Öncelikle korku okumanın korku tüneli yahut korku filmine gitmek gibi kontrollü bir adrenalin deneyimi olduğunu belirtmeliyim. Hayalgücü daha ön planda oluyor. İnsanların binlerce yıldır ateş başında anlattığı hikâyeler geleneğinin bir uzantısı, hâlâ eğlenceli bulduğumuz bir mefhum. O yüzden farklı kalemlerle, edebiyatın farklı bir rengi olarak yaklaşmak lazım. “Anadolu Korku Öyküleri”nin ilk cildi veya Murat Başekim’in “DG”, “Hayal Et Hikâyeleri”, “Demir Dövme Öyküleri” ile başlanabilir yerli korkuya başlanacaksa. Yabancılarda da belki kült eserler, gotik klasikler ile başlanabilir ama ben her zaman için Stephen King’in “Medyum”, “Korku Ağı”, “Hayvan Mezarlığı” gibi klasiklerini seviyorum, korkunun tadını bir kere alan yenilere ve klasik eserlere de yelken açmaya istek duyuyor bence.

20 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page